A’RAF 57 |
وَهُوَ
الَّذِي
يُرْسِلُ الرِّيَاحَ
بُشْراً
بَيْنَ
يَدَيْ
رَحْمَتِهِ
حَتَّى
إِذَا
أَقَلَّتْ
سَحَاباً ثِقَالاً
سُقْنَاهُ
لِبَلَدٍ
مَّيِّتٍ
فَأَنزَلْنَا
بِهِ الْمَاء
فَأَخْرَجْنَا
بِهِ مِن
كُلِّ الثَّمَرَاتِ
كَذَلِكَ
نُخْرِجُ
الْموْتَى
لَعَلَّكُمْ
تَذَكَّرُونَ |
57. Rahmetinin önünden
rüzgarları müjde olmak üzere gönderen O'dur. Nihayet bunlar, ağır yüklü bulutları
kaldırınca, Biz onları ölmüş bir yere süreriz ve ondan su indiririz. Derken, o
su ile ürünün her türlüsünü çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız.
(Bunları) iyi düşünüp ibret alırsınız diye (açıklıyoruz). "
Yüce Allah'ın:
"Rahmetinin önünden rüzgarları müjde olmak üzere gönderen O'dur"
buyruğu, daha önce geçen: "Geceyi durmadan kovalayan gündüze O
bürüyor" (el-A'raf, 54) buyruğuna atfedilmiştir.
Burada Yüce Allah,
nimetlerinden başka türlü bir nimet sözkonusu etmekte ve bu, O'nun vahdaniyetine
delil teşkil etmekte, uluhiyetini ispatlamaktadır. Daha önce el-Bakara
Suresi'nde "rüzgarlar"a dair açıklamalar, (2/164. ayet, 9. başlıkta)
geçmiş bulunmaktadır.
"Rüzgarlar"
çokluk çoğuludur. (...) ise, aynı kelimenin azlık ifade eden çoğuludur.
"Rüzgar"ın aslı ise; (...) tır. Buna göre azlık bildiren çoğul
şeklinin; (...) şeklinde olduğunu söyleyenler hatalı bulunmuştur.
"Müjde olmak
üzere" kelimesinde yedi kıraat vardır: Haremeyn ehli ile Ebu Amr, bunu
(...) şeklinde "nun" ve "şın" harfleri ötreli olmak üzere
nisbet manasını verecek şekilde; (...)'in çoğulu olarak okumuşlardır. Biz
rüzgarları yayıcılar olarak gönderdik, anlamına gelir. Bu da tekil ve çoğulu
itibari ile; "Tanık ve tanıklar" kelimesini andırmaktadır. Bunun,
(...)'in çoğulu olması da mümkündür. "Peygamber ve peygamberler"
gibi. Bu kelime, değişik yerlerden esen rüzgar demektir. Yine bu kelime,
yayılan (rüzgarlar) anlamına da gelir. Yani: Rüzgarları yayılmış şekilde
gönderen O'dur.
el-Hasen ve Katade;
(...) şeklinde "nun" harfini ötreli, "şın" harfini sakin ve
(...)'den hafifletilmiş olarak okumuşlardır. "Kitaplar, Peygamberler"
(derken), "te" ve "sin" harflerinin sakin okunması gibi.
el-A'meş ve Hamza, (...)
şeklinde "nun" harfini üstün, "şin" harfini de sakin olarak
mastar diye okumuştur. Bu mastarda da kendisinden önce gelen fiilin amel
ettiğini kabul etmiştir. Buna göre; "O, rüzgarları alabildiğine
yayan" diye buyrulmuş gibi olmaktadır. Adeta rüzgarlar katlayıp dürülmüş
iken sonradan estirilmeleri esnasında yayılmışlar gibi bir anlam ifade eder.
Bunun, "rüzgarlar" anlamındaki, (...)'den hal konumunda mastar olması
da mümkündür. Şöyle buyrulmuş gibi olur: "O, rüzgarları dirilticiler
olarak gönderendir." Bu da (...): Allah ölüyü diriltti de o da dirildi
ifadesinden gelir.
Şöyle de denilmiştir.
"Nun" harfi üstün olarak; (...) şeklindeki söyleyiş, önceden de
sözünü ettiğimiz şekilde katlamanın zıddı olan açıp yaymak anlamını veren;
(...)'den gelmektedir. Adeta rüzgar esmediği vakit katlanmış ve dürülmüş bir
halde iken, esince de bu katlanıp dürülmüş hali bozulup, açılıp yayılmış gibi
olur. Ebu Ubeyd ise bunu, değişik yönlerde dağılıp yayılmış diye açıklamıştır.
Asım ise bu kelimeyi;
"Müjde olmak üzere" diye "be" harfini ötreli,
"şin" harfini sakin ve sonu da tenvinli olarak;
"Müjdeci"nin çoğulu diye okumuştur. Rüzgarlar yağmur müjdesini
getirenlerdir, anlamına gelir. Bunun tanığı da Yüce Allah'ın şu buyruğudur:
"Rüzgarları müJdeciler olarak göndermesi de Onun ayetlerindendir.
"(er-Rum, 46) Bu okuyuşta "şin" harfi aslında ötrelidir.
Hafifletmek kastıyla sakin okunmuştur. "peygamberler" gibi. Yine
Asım'dan "be" harfini üstün olarak okuduğu da rivayet edilmiştir.
en-Nehhas der ki: Bu,
(...) diye de okunur. "Be" harfi üstün, "şin" harfi sakin
okuyuşa göre anlamı ise müjde vermektir. İşte bunlar beş kıraat etmektedir.
Muhammed b. el-Yemanı
ise, (...) diye okumuştur. Yedinci bir kıraat ise "be ve şin" harfi
ötreli olmak üzere (ıS);.:) şeklindeki okuyuştur. Yüce Allah'ın: "Nihayet
bunlar, ağır yüklü bulutları kaldırınca ... " buyruğunda geçen ve
"bulut" anlamındaki; (...) kelimesi hem müzekker olarak hem de
müennes olarak kullanılır. Çoğulu ile tekili arasında sonuna "he"
(yuvarlak "te") alan bütün kelimeler de böyledir. Bunun, tekil bir kelime
ile sıfatının yapılması da caizdir. Mesela: "Ağır bulutlar" denilerek
ağır kelimesi tekil olarak da çoğul olarak da getirilebilir. Buyruk da:
Rüzgarlar su ile ağırlaşmış bulutları taşıyınca, anlamına gelir.
"Biz onları"
yani bulutları "ölmüş" yani, bitkisi kalmamış "bir yere süreriz."
Bunun; ölmüş bir yer için süreriz anlamına geldiği de söylenmiştir ki, o
takdirde "Yer için, yere" kelimesinin başındaki "lam" harfi
mef'ulü leh anlamını verir.
"Yer"
anlamındaki (...) ise, yer yüzünde mamur olan yahut olmayan boş veya meskun her
yer demektir. "Yer" kelimesi tekildir. Çoğulu ise, (...) şeklinde
gelir.
(...) ise, iz ve eser
anlamındadır ki, çoğulu da; (...) şeklinde gelir. Şair der ki: "Onun
bıraktığı izleri eskime ve çürüme kuşattıktan sonra."
Bu kelime, aynı zamanda
deve kuşlarının kumda yumurtalarını bıraktıkları yer anlamına da gelir. O
bakımdan; "O, deve kuşunun bıraktığı yumurtadan da zelildir." Yani,
deve kuşunun bıraktığı yumurtasından daha aşağılıktır, tabiri kullanılır.
"Belde," yer anlamındadır. "Bu bizim beldemizdir" deyimi,
burası bizim yerimiz, bizim kasabamız demeye benzer. Belde aynı zamanda ayın
menzillerinden birisinin adıdır ki, bunlar yay burcunun altı tane yıldızı olup,
güneş bu burca yılın en kısa günlerinde girer. Belde, aynı zamanda göğüs
manasına da gelir. "Filanın beldesi geniştir" tabiri, filanın, kalbi,
göğsü geniştir anlamındadır. Şair der ki: "O deve çöktürüldü de bir
beldeyi (göğsünü) bir diğer beldeye (yere) koydu Orasının devenin böğürtüleri
dışında sesleri pek azdır."
Şair burada devenin
çöküp göğsünü yere bıraktığını anlatmaktadır. Belde ve bulde iki kaş arasındaki
tüysüz açıklık anlamına gelir. O halde bu iki kelime de müşterek
lafızlardandır.
"Ve ondan su
indiririz" buyruğundaki; "Ondan" lafzının o beldeye suyu
indiririz anlamını vermesi de mümkündür. Biz bulut ile su indiririz, anlamına
geldiği de söylenmiştir. Çünkü bulut, suyu indirmenin bir aracıdır. Anlamın
(mealde olduğu gibi) Biz o buluttan suyu indirdik, şeklinde olması da
muhtemeldir. Nitekim Yüce Allah'ın "Allah'ın kulları ondan içerler" (el-İnsan,
6) buyruğundaki "be" harfi de "den, dan" anlamını
vermektedir.
"Derken o su ile
ürünün her türlüsünü çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. İyi
düşünüp ibret alırsınız diye." Yani, bu şekilde bitkileri çıkarttığımız
gibi, ölüleri de böylece dirilteceğiz.
Beyhaki ve başkaları,
Ebu Rezin el-Ukayli'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Ey Allah'ın
Rasulü dedim, Allah mahlukatı nasıl tekrar diriltecektir ve yarattıkları
arasında bunun delili ve belgesi nedir? Hz. Peygamber şu cevabı verdi:
"Sen kavminin vadisinden kurakken geçmişken daha sonra oradan geçtiğinde
yeşillenerek sarsıldığını hiç görmedin mi?" Evet gördüm, deyince;
"İşte Allah'ın yarattıklarında (öldükten sonra) dirilişin ayeti (belgesi)
budur"diye buyurdu.
Benzetme yönünün şu
olduğu da söylenmiştir: Ölülerin kabirlerinden diriltilmesi, Yüce Allah'ın
kabirleri üzerine yağdıracağı bir yağmur vasıtasıyla olacaktır. Bu yağmur
sonucunda kabirleri üzerlerinden çatlayacak, sonra da ruhları kendilerine geri
dönecektir.
Müslim'in Sahih'inde de
Abdullah b. Amr'ın, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet
edilmektedir: "Sonra Yüce Allah bir çisintiyi andıran bir yağmur gönderir
-yahutta indirir diye buyurdu-o Bu yağmurdan insanların cesetleri bitip
yeşerir. Sonra da: Ey insanlar haydi Rabbinizin huzuruna. Onları durdurunuz.
Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir, diye seslenilir," deyip hadisin geri
kalan bölümünü zikretmektedir.
Biz bu hadisin tamamını
(et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Cenab-ı Allaha hamd olsun.
İşte bu husus, öldükten sonra dirilişe ve insanların tekrar yaratılacağına
delildir. Bütün işler yalnız Allah'a döndürülür.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN